14 Ekim 2011 Cuma

Lütfen Beni Uyandırma

Yağmurun en güzel yağdığı gecelerden biri herhalde bu gece. Balkona çıkınca rüzgarın deli gibi estiğini fark ediyorum, garip geliyor bu bana, çok uzun zamandır üşümüyordum herhalde. Ama kahve var elimde ve o da rüzgar yüzünden soğuyana kadar beni ısıtabilir diye düşünüyorum. Bir kazak alıp balkona geri dönmek zor geliyor şu an. Her yer sessizken ses çıkarmaktan çekiniyor olabilirim. Kahveyi elimden bırakıp mp3 playera uzanıyorum. Bu gece shuffle özelliğini kullanma gibi bir karar aldım ve karşıma çıkacak ilk şarkıya hazırlıklıyım, ne olursa olsun onu dinleyeceğim. Play tuşuna basıyorum, gitar sesi geliyor önce, sonra sözler başlıyor.

yüzünden başlasam gitmeye uzaklara, duymasam kimseyi

Kimseyi duymuyorum zaten şu an fiziksel anlamda ama içinde konuştuğunu hissettiğin insanlar oluyor çoğunlukla. Duymak istediğin sesleri bir şekilde hissedebilmek güzel aslında. Böyle bir ses duyunca sesin sahibinin yüzünün aklıma gelmesi gibi alışkanlığım var. Belki herkeste böyle oluyordur. Yüz, bir insanda en önemli şey bence. Bütün duyguyu, düşünceyi aktarabilme gibi bir meziyeti var yüzün. Moralim bozuk olduğunda gidip bunu birine anlatmam ben genelde ama böyle zamanlarda “Sen niye böyle bozuk duruyorsun? Yüzünden düşen bin parça” gibi cümleleri duyuyorum hep. Yüzümle alakalı olarak bu cümleleri duymam, diğer insanların yüzüne bakarak bir şeyler yakalamaya çalışmak gibi bir alışkanlık kazandırdı bana. Herhangi bir karar alacakken karşımdaki insanın yüzüne bakıyorum önce. O yüzden uzaklara gitme isteğinin ilk adımının yüze bakılarak atılması çok mantıklı geliyor bana, şarkının bu sözünü duyduğumda. Tabii kimin yüzü olduğu da çok önemli burada. (“Çekip gitmek istiyorum uzaklara, hiç kimse beni anlamıyor” şeklindeki ergen tribi gibi de anlaşılmasın bu yazdığım)

bir gün kendimi bırakıp, sana anlatsam ne olduğunu

neden sözleri yuttuğumu, gerisi zaten gözlerinde

Çok konuşan biri değilim ben. Yani aslında konuşmak için optimum koşullar sağlanmadan pek cümle kurma gibi bir özelliğim yok. Bazen keyfim yerinde oluyor, çenem düşebiliyor ama genelde bir toplulukta falan olunca etrafında oturulan masanın en az konuşanı ben oluyorum. Anlatmak istenilen çok şey oluyor aslında, şu anda da bir sürü şey var kafamda. Ama yutmakla yetiniyorum. Şarkının dediği gibi, bir gün bırakırım herhalde kendimi, neden konuşmadığımı bile anlatabilirim belki, böylece “Neden konuşmuyorsun sen?” sorusuna cevap veririm falan, iyi olur.

lütfen beni hemen uyandır, ya da hep öyle bak yüzüme

ne kork benden ne uzaktan dinle

lütfen beni uyandırma

Galiba böyle tek başıma oturmak canımı sıkmaya başlıyor. Gözler açık olsa da bir tür uyku hali mevcut. “Bak tam da konuşma havam geldi birden” diyorum uyku halini atabilmek için üzerimden. Yakınlarda beni dinleyebilecek kimse yok ama. Uzaktan dinlemek de yani ne bileyim! Uzaktan dinleneceğime uyurum galiba. “Lütfen beni uyandırma” diyerek odama doğru gidiyorum. Bazen uyku hali, gerçeklerle karşılaşmaktan daha iyi gibi oluyor sanki. Yani hani “Ay bi korktum senden” lafını duyacağına uyursun abi.

Odama giriyorum. Kulaklıkları çıkarıp masama bırakıyorum mp3 playerı. Yatağıma doğru giderken bir yerlerden bir müzik sesi geliyor. “Kapamadım mı lan mp3 playerı?” diye düşünüp tekrar masama doğru harekete geçmişken donup kalıyorum odanın içinde. Gecenin bu saatinde birisi İsmail YK dinliyor. “İsmail YK müziğini nasıl kendi müziklerimle karıştırırım ya!” diye kızıyorum kendime. Odamın yan tarafında biri “Feysbuk feysbuk her gün aradım durdum” diye tempo tutarken, ben başlıyorum kendi kendime mırıldanmaya: Yüzünden başlasam gitmeye uzaklara, duymasam kimseyi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder