4 Haziran 2011 Cumartesi

Asansör; Öl!

Evin kapısının önündeyim. Sanki çok yoğun bir insanmışım, her şeyimi belli bir plan, program dahilinde yapıyormuşum ve boşa geçirdiğim her saniye bana çok büyük şeyler kaybettiriyormuş gibi davranıp, “ayakkabılarımı bağlamadan önce asansörü çağırıyım da zamandan tasarruf edeyim” gibi bir düşünce eşliğinde asansörü çağırma düğmesine basıyorum.

“Bakalım asansör gelene kadar ayakkabılarımı bağlayabilecek miyim?” gibi saçma bir düşünceyle birlikte asansörle gereksiz bir yarışa giriyorum. Bu heyecan yüklü oyundaki tek güvencem asansörün zemin kattan dokuzunca kata kadar alması gereken uzun bir yol olması. Fakat ben daha ayakkabımın sol tekini elime almadan asansör tepemde beliriyor. Çirkeflik yapıp oyunun galibinin ben olduğumu iddia etmeye çalışacağım fakat herhangi bir muhatap yok karşımda. “Neyse yenildiğimi kimse görmedi” gibi garip bir düşünceyle ayakkabı bağlama işlemini güzelce tamamlıyorum ve elimi asansörün kapısına doğru uzatıyorum. Bu sırada asansör aşağıdan çağrılıyor. Sinirimi yatıştırmak için asansör indikçe ben azalan numaraları sayıyorum içimden. 8, 7, 6 diye giderken işlerin artık iyice tatsızlaştığını fark ediyorum. Asansör durunca birinci kattan çağrıldığını anlıyorum. Birinci katta bir süre durup zemin kata iniyor asansör. Sadece bir katı yürüyerek inmemek için dokuzuncu kattaki asansörün gelmesini bekleyebilen insanlar olduğunu idrak ediyorum. “Te allam yaa” serzenişiyle birlikte asansörü yeniden çağırıyorum, “ulan ya asansörde kalırsam” korkusuyla adım atıyorum asansöre.

Klostrofobi var bende. Sığ bir şekilde açıklarsam kapalı yerde kalma korkusu olur kendileri. Niye böyle bir korku edindiğim hakkında bir fikrim yok, çok düşündüm sebebini ama o kadar fazla inemedim çocukluğuma. Çocukluğa inmek de çok süper bir şey değil bence. Herhangi bir kavga sırasında “çocukluğuna inerim ulan senin” diye bir cümle kurulsa karşı tarafın tepkisi ne olur diye çok merak ettim. Neyse… İşte bu klostrofobi yüzünden zaman zaman çok sıkıntılı anlar yaşarım. Bodrum kattaki evlere girmek çok büyük sorunlara yol açar, asansör yolculukları bir türlü geçmek bilmez, Taksim-Levent metrosunda yürüyen merdivenleri koşarak çıkarım. Boğaziçi’ndeki ilk dersimin de (CHEM 103) arkadaşlar arasında “mahzen” olarak adlandırdığımız YD’nin en alt katında olduğunu görünce çok büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. O yüzden 103’ün CB gelmesini sınıfın konumuna bağlayıp işin içinden sıyrılmaya çalışırım. Asansör harekete başlayınca da bir an önce asansörün içinden sıyrılıp çıkmak istiyorum.

Asansörle aşağı inerken her katta hedefe ulaşma konusunda bir adım daha attığımı düşünüp mutlu olurken, bir anda asansör duruyor. “Noluyo yaa!” serzenişiyle saçma saçma etrafa bakarken asansörün kapısı açılıyor ve bir teyze,” aşağı mı iniyorsunuz?” diye soruyor. Teyzeye “yukarıdan geldiğime göre aşağıya iniyorum; yukarı çıkacak olsaydım, zaten orada dururdum” diye bir cevap vermek istiyorum ama teyzenin bu fiziksel olayı şu an için kaldıracakmış gibi bir görüntüsü yok. Kuru bir “evet” ile geçiştiriyorum ve teyze “heh iyi o zaman” diyerek asansöre atlıyor. Verdiğim cevabın bir insanoğlunu bu kadar memnun etmesi sabah sabah göğsümü kabartıyor. Ben kendimle övünüp dururken, teyze anlamsız sorularına ara vermeden devam ediyor: Kaçıncı katta ineceksiniz? Sırtımda çantam var, montumu giymişim ve buna rağmen teyze, üçüncü katta inip komşuya, altın gününe gittiğimi düşünüyor olmalı. Bu sefer kısa bir cevapla geçiştirmek istemiyorum ve “ben bastım zaten ineceğim katın düğmesine, teşekkür ederim beni düşündüğünüz için” diye ironik bir cevap veriyorum. Teyze tip tip suratıma bakıyor ve “tip tip bakma” kelime grubu, teyzenin sayesinde bir vücut oluyor resmen. Artık o basit bir kelime topluluğu değil. Mitoz bölünme sayesinde teyze, “tip tip bakma” diye bir canlı oluşturdu. Artık asansörde üç kişiyiz. Bu yolculuk hiç bitmesin istiyorum.

Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, asansör zemin kata geliyor ve birbirimizden ayrılmak zorunda kalıyoruz. Teyzeyi ve teyzenin biraz önce hayat verdiği canlıyı arkamda bırakıyorum. Teyzeden kurtularak büyük bir iş başardığımı düşünüyorum. Apartmandan koşarak çıkıyorum. Önümde, bir kat inmek için asansörü çağıran insanı, ortadan kaybolmadan önce bulmak gibi zorlu bir görev var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder