4 Haziran 2011 Cumartesi

Karanlık

Gözlerimi kapıyorum. Karanlıkta karşıma çıkan yüzlerce yüzün içinden seni bulup çıkarıyorum. Önceden sadece sen gelirdin karanlıkta karşıma; şimdi benim uğraşıp çıkarmam gerekiyor seni. Buna sevinmeli miyim üzülmeli miyim karar veremiyorum. Çok sevdiğim karanlığın tadını çıkarmak varken, sorularla boğuşmak istemiyorum.

Kafamda nerden duyduğumu bir türlü hatırlayamadığım bir müzik çalıyor. Hüzünlü bir ezgisi var ve şarkıyı söyleyen adamın ne dediğini anlamasam da sesinden anlaşılıyor içinde bulunduğu durumdan memnun olmadığı. Belki bu yüzden atamıyorum kafamdan sözlerini bile anlayamadığım şarkıyı. Başıboş bir bekleyişle oturdum gecenin bu saatine kadar. En son saate baktığımda üç olmak üzereydi ve yatmadan önce bakmadım kaç olduğuna, saate bakmanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ederek. İlerleyen saatin bana getireceği hiçbir şey yokken üzerimden ne kadar zaman geçtiğini düşünmek anlamsız geldi. Telefona da bu yüzden bakmadım yatarken, sadece saati gösterecekti çünkü.

Yatınca gözlerimi hemen kapattım ki, karanlığa alışıp odadaki her şeyi biraz puslu dahi olsa görmesinlerdi. Karanlığa bu denli düşkün olmayı hiçbir şey ya da hiçbir kimse tarafından görülme ihtimalimin olmamasına bağladım. Bu ihtimalin gerçekleşecek olmasını bu kadar istememi sorgulamadım. Daha önce birkaç kez yaptığım şeyleri, tekrar tekrar yapmak bazen can sıkıcı sonuçlar doğurabiliyordu ve daha fazla can sıkıntısına ihtiyacım yoktu şu an. “Karanlık karanlıktır işte” dedim. Bir kez daha kaçtım gerçeklerden.

Yastığın hemen ısınması da sinirimi bozdu. “Hep soğuk durduğumu söylerler, acaba ondan mı sevmiyorum yastığın ısınmasını?” diye düşündüm. Karanlığın içinden çıkıp “çok sıcakkanlısın sen yaa” dedin bir kez daha. Daha önce inandıklarımı düşünüp, buna inanıp inanmamayı uzun süre düşündüm. Ama bir kez daha inandım, ne kaybedecektim ki zaten artık. İnandığımı görmenin umurunda olup olmayacağını düşünmedim ama bu kez. Karanlığın içinden seni destekleyenler çıktı. Şaşırdım. Kendime çok fazla yükleniyor olabileceğimi düşündüm. Bu konu hakkında da konuştun benle. Beni tam ikna etmek üzereydin ki karanlığın içinde kendimi gördüm. Bu sefer hak veremedim sana.

Sol tarafıma dönüp duvarla karşılaştım. “Duvarlarım vardı, öyle dedin, öyle olsun” diye bir şarkı sözü geldi aklıma. “Bir akşamın kalbinde bıraktım seni” diye devam ediyordu şarkı. Hangi akşamdı o diye düşündüm sonra. Sana sormak istedim, karanlığın içinde gözükmedin bu kez. “Neyse, ne önemi var ki!” diye düşündüm. Bazı şeylerin nedenlerini sorgulamanın beni yorduğunu fark etmiştim geçen gece. O gece de upuzun bir bekleyiş düşündürdü bunları bana. Kalbinde bıraktığım akşam, o akşam olabilirdi.

Dışarıdan konuşma sesleri geliyordu. “Ne buluyorlar bu saatte konuşacak?” diye düşündüm seslerin sahipleri hakkında. Biraz kulak kabarttım konuşulanlara. Sonra, bomboş odanın incecik duvarlarını aşıp gelen her sesi senin sesine benzetme rahatsızlığımdan kurtulduğumu fark ettim. Bunun sevinciyle yataktan kalkıp komik video izlemeye verdim kendimi. “Püskevit ne lan!” dedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder