4 Haziran 2011 Cumartesi

Sen Bilirsin!

“İyi akşamlar” diyorum, “Rica ederiz” diye cevap veriyor bana. İki tane küçük meyve suyu aldığım marketten çıkarken, kasiyerin söylemiş olduğu o iki kelime yüzünden “bana laf mı soktu?” korkusu yaşıyorum. Koskoca marketten ala ala minicik meyve suyu almam kasiyeri tatmin etmemiş olabilir. Markete geri dönüp kendimi affettirmek için “acaba bir de coco star mı alsam?” diye düşünüyorum. Kasiyerin aldığım coco starı da beğenmeme ihtimali yüzünden içimde büyük bir tedirginlik var.

Tedirgin olma durumu nasıl bir illetse yapıştı mı bırakmıyor insanı. Hiç unutmam tedirginlikle ilk tanışmam henüz üç yaşındayken olmuştu. Havaya atıp tutmaya çalıştığım topu yere koyup kendime farklı oyunlar icat etmeye çalışırken, aklıma gelen “topa sağ ayağımla mı yoksa sol ayağımla mı vursam” düşüncesi beynime tedirginlik kavramının ilk tohumlarını attı. Bu tohumlar da bir kere atılmaya görsün! Hemen büyüyorlarmış meğer! Kendime hedef olarak belirlediğim vazonun topun çarpmasıyla kırılması sonucunda, bu kez de kırılan vazonun parçalarını saklamam mı yoksa ağlayarak anneme gidip yediğim haltı ona söylemem mi gerektiği tedirginliğini yaşadım.

Aklınıza gelebilecek en küçük şey için bile stres yapmaya hazır bir bünyem var ve vücudum da tedirginlikle uzun yıllardır süregelen büyük bir aşk yaşamakta. Yani hiç kimseye aşık olmasam bile bu duyguyu en derinden yaşatacak olan bir şey var hayatımda. Böyle de sahiplenmiş durumda beni tedirginlik…

Hiç tedirginlik yaşamadan “amaaan nasıl olursa olsun” kıvamında yaşamak çok çok iyi bir şey değil ama bu tedirginlik kavramının aşırısı da bünyeye zarar vermekte. Hayatımdaki tedirginliklerimi iki ana gruba ayırabilirim sanırım. İlk grup, olmazsa olmaz tedirginliklerdir. “Yemek yemesem ölür müyüm acaba?” sorusu eşliğinde yaşanan tedirginliğin sonunda yemek yemeye karar vermek bu duruma örnek verilebilir. Bu gruptaki tedirginliklerle pek alıp veremediğim yoktur. Fakat ikinci gruba giren tedirginlikleri “gayet salak tedirginlikler” olarak adlandırırım ki bunların hepsi “ben insanım” diyen kişinin yaşamaması gereken şeylerdir. “Otobüste kapı açılmazsa ne yaparım!” ya da Mustafa’yı aramaya karar verip, ”yanlışlıkla başka birini arıyorsam?” korkusuyla telefon Mustafa tarafından açılana kadar milyonlarca kez telefonun ekranına bakmak gibi.

“Şöyle mi yapsam böyle mi yapsam?”, etrafımdaki insanların benden en çok duyduğu soru kalıbı olabilir. Bu cümleyi kurunca sanki bir kararsızlık havası seziliyor olabilir ama aslında tedirginlik had safhada oluyor. Herhangi bir fikir alıp, tedirginliğe ağzının payını vermek için kurduğum bu cümleye, “sen bilirsin” tepkisi geldiği zaman, tedirginlik tahtına kurulup pis pis sırıtıyor. “Sen bilirsin” demeyin bana lütfen…

Peki ya bulaşıcı bir hastalık gibi tedirginliği oraya buraya saçmama ne demeli? Bütünlemeye kaldığı dersin sınavına girip, sınav kağıdının altına “lütfen beni geçirin” notunu yazan arkadaşıma,” olum resmi belge o, yazılır mı lan öyle şey? Atılırsın valla okuldan” demişliğim vardır mesela. Sınav sonuçları açıklanıncaya kadar arkadaşımın yaşadığı tedirginlik görülmeye değerdi. Hatta bir ara hocasına gidip, “beni bırakın n’olur” deme düşüncesiyle yanıp tutuştu. Muhaha!! Ama sonra geçti dersten. İşe yaramadı saldığım o kadar korku. Arkadaşım da artık iyice abartma moduna geçmiş durumda ve verdiği her ödevin altına “beni geçirin hacı hadi be” şeklinde minik notlar yazmakta.

Sınavlarda yaşadığım tedirginlik ise beynimi ilk çağ insanı seviyelerine kadar indirir. Üç kere dört on iki miydi on dört müydü diye düşünürken takındığım hal ve hareketler bambaşka bir şeye döndürür beni. Tedirginlik yüzünden sınavlara ateşi ha buldu ha bulacak insanı gibi olurum. Milattan öncesine giderim, beyin fonksiyonlarım da durur. Sonra A şıkkı yerine B şıkkını işaretlerim; E şıkkı, D şıkkından daha sevimli görünür gözüme.

Marketten çıktığımda yaşadığım tedirginlik yüzünden nasıl göründüğümü bilmek istemiyorum. Çok düşünceli gibi görünüp elinde iki adet küçük meyve suyu tutan bir insanın çok da ciddi bir görünüm sergileyeceğini sanmıyorum. Ama sanırım yaşadığım tedirginliğe sinirlenip, “ee başlarım coco starına, “iyi akşamlar” denince “rica ederiz” mi denir azıcık yol yordam öğrenselerdi!” diye çemkirirken yanımdan geçen insanlar çok kötü şeyler düşünmüşlerdir hakkımda. Düşündüğünüz gibi değilim ben ama yine de siz bilirsiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder