4 Haziran 2011 Cumartesi

Erdem'in Fizikle İmtihanı

İki gün boyunca evin her odasına sinsi bir fare gibi girip çıkıyorum. Bu işi o kadar büyük bir ustalıkla yapıyorum ki günlerden cumartesi ve pazar olmasa okulda olduğumu çok rahat bir şekilde düşünebilir evdekiler. Bu kaçışlarıma fon oluştursun, heyecan daha da artsın diye düşünüp saklandığım banyodan odama doğru gitmeye karar veriyorum mp3 playerımı almak için. Tam bu görevimi de başarıyla tamamlayacakken peşimden gelen İrem’in sesini duyuyorum: Abi nerdesin sen yaa fizik çalışacaktık hani! Bu sesle beraber iki günlük emeğim boşa gidiyor; fizikten kaçamıyorum.

Fizikle aram Star gazetesinin Pringles verdiği yıllardan beri bozuk. (Pringles’ın fizikle doğrudan bir ilişkisi yok. Ne güzel günlerdi, gazeteler cips verirdi ahh ahh demek için tarihi bu şekilde anlatmayı tercih ettim) Beynimin hangi bölgesi iyi çalışır bilmiyorum ama beynimle ilgili bildiğim bir şey var: Beynimin basit fiziksel olayları kavrama gibi bir yeteneği yok. O yüzden hangi sıvı neyi, ne kadar kaldırmış, kim hangi termometreyi uydurmuş, hangi aynadan kaç tane görüntüm yansımış, hangi dirençten ne kadar akım geçip lambayı yakmış/patlatmış zerre kadar umrumda değil. Fizik testlerinde doğru cevabı bildiğim halde gidip yanlış şıkkı işaretleyecek kadar yeteneksizim bu konuda.

Fizikle yaşadığımız ilişkide sorunlar baş göstermeye başlayınca fiziği karşıma alıp konuştum. “Bak” dedim, “bu böyle olmayacak; ya birbirimizin suyuna gidelim, anlayışlı olalım ya da nokta koyalım her şeye. Güzel güzel anlaşıp yaşamak varken birbirimize rererö yapmanın anlamı yok, yok yere ikimizin de canı yanıyor.” Ben bu cümleleri söyleyip her şeyi yoluna koymayı umut ederken; fizik, “benim canım yanmıyor, banane yaa her gün bin soru çözenler var benden, sana mı kaldım!” dedi ve aramızdaki ipler koptu.

Bu konuşmadan sonra fizikle yüz yüze gelmekten kaçınır oldum. Bu yüzden, İrem bana her “fizik çalışalım” dediğinde, “yeaa çalışırız, meaa yaparız” şeklinde cevaplar vererek İrem’i oyalama ve fizikten sıyrılma amacını güttüm.

Fakat ben odadan odaya kaçarken beni aramaktan yorgun düşen İrem, en sonunda beni bulunca “hadi yaa artık!” diyip sinirli hareketler sergiledi. Ben de onun bu halini görünce vicdanımın rahat etmediğini fark ettim ve süklüm püklüm onun odasına girdim. (Bazen vicdanımı hiç sevmiyorum)

Önüme koyduğu defterdeki konulara baktım ve işin içinden çıkamayacağımı anladım. Bunu üzerine bana sorduğu her soru için farklı bahaneler uydurdum. Bir dinamik sorusu mu gördüm, söyledim bahanemi: Ahh menisküsüm tuttu. Bir elektrik devresi mi geldi karşıma: Off şu migren ne kötü bir şey yaa! Hareket konusuna mı geçtik: Mola verelim biraz, hareketsiz kaldık masada otura otura, tutuldu her yerimiz…

“Çözemiyorum ben bu soruları” demek yerine, kendince sefil bahaneler uydurmaya çalışan zavallı beynim, kulağım tarafından kendisine iletilen ses dalgalarıyla irkildi: Yaa ne kadar naz yaptın! Tamam sen çalıştırma, ben kendim çalışırım!

“İyi, peki” diyerek masadan gayet mutlu bir şekilde kalktım. Odama doğru ilerlerken yine rahat edemeyen vicdanımın sesine kulak vererek, bin bir umutla ona fizik anlatmamı bekleyen İrem’e dönüp o an için bana çok mantıklı gelen cümlemi söyledim: Bence elektrik sorusunu boş bırak… Hayır, konu zor… Gerek yok…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder