4 Haziran 2011 Cumartesi

Aşk Acısı

- Abi, unutamıyorum ya

+ Neyi?

- Onu

+ O kim lan?

- Off ne yapacağım ben yaa!!

Metroda yanımda aşk acısı çeken arkadaşımla beraber oturuyorum ve yukarıdaki diyalogdan da anlaşılacağı üzere arkadaşım, benden, kendisine güzel fikirler verecek ya da onu az da olsa teselli edebilecek cümleler kurmamı bekliyor. Söylediği sözleri hiç takmasam metrodaki insanlar tarafından “odun” olarak nitelendirilebilirim. Çok duygusal bir şekilde konuşup geceleri radyoda buğulu sesleriyle şiir okuyan garip adamlar gibi de görünmek istemiyorum. Orta bir yol bulup kendimi rezil etmeden bu konuşmayı sonlandırmam gerekiyor, zira konu daha şimdiden hem karşımızda oturanların, hem de tepemizde duranların gayet ilgisini çekmiş durumda. Bize bakarak fısıltılara başladıklarını fark ediyorum.

“Nesini unutamıyorsun?” diye sorarak konuya ilk adımımı atıyorum. Bu cümlenin başlangıç için kötü bir cümle olmadığına inandırıyorum kendimi. Fakat arkadaşım soruya cevap verdiğinde kendimi bir bataklığa soktuğumu hissediyorum: Abi, her şeyi aklımda. Milletin saçına bile baksam onun saçını görüyorum sanki. Bu cümleye karşılık olarak “ayy kıyamam, yazık yaa” gibi duygusal bir tepki verirsem, arkadaşımın omzuma başını koyarak ağlamasından korkuyorum. Böyle bir görüntünün toplum içinde hoş karşılanmayacağının farkındayım ve ben de istemem açıkçası koskoca bir adamın omzumda kedisel bir şekilde durmasını. “Oğlum, saç saçtır, kaç tane farklı model olabilir ki, zaten ya topluyorlar ya da açık bırakıyorlar, benzemesi normal” diyerek bu konu hakkındaki rengimi belli ediyorum. “Yok abi, onunki öyle değildi” diyor. “Kendinle çelişme, nasıl herkesinkine benziyor o zaman?” diye sorarak arkadaşımın kafasını bulandırmak istiyorum. Konuyu saptırma gibi ulvi bir amaç güdüyorum burada. Arkadaşım, sorduğum soruyu es geçip, “Onun saçları bambaşkaydı” diyince, arkadaşımın sevgilisinin aslında bir öbek dolusu saç olmasından şüpheleniyorum. “Hee sadece saçlarını unutamıyorsun yani?” diye garip bir soru soruyorum. Sorum karşıdaki teyzenin hoşuna gitmiş olacak ki bana bakıp gülmeye başlıyor.

Ortam giderek çirkinleşmekte ve arkadaşımın buna katkısı yadsınamaz düzeyde. Çünkü saçlardan vazgeçip kendisinin nasıl terk edildiği üzerine kafa yormaya başladı. Bu süreç içersinde kendisine 5-6 tane soru sordu ve hepsini kendince cevapladı. Her cevabın sonunda da suratını buruşturdu. Suratının buruşmaktan kaşık kadar kaldığını anlayıp, daha fazla buruşamayacağını da fark edince sorularını bana yöneltmeye başladı. Zaten insanlara herhangi yüzeysel bir konuda bile tavsiye verme gibi bir yeteneğim yokken, aşk meşk mevzusunda benden fikir beklemek, çok büyük hayal kırıklığı yaşatabilecek düzeyde olabilir. Bu konularda verebildiğim en başarılı tepki “abi şimdi ne diyeyim, seviyorsan seviyorsundur, ne güzel” düzeyinde olduğu için, şu anda arkadaşımın benden maksimum verim beklemesi çok anlamsız geliyor. Bana sorduğu her soruya “sen bilirsin” diye cevap verdiğimi geç de olsa fark ediyor arkadaşım ve benim yüzümden kendini daha da kötü hissettiğini söylüyor. Arkadaşımın, benim “canım yaa bak şimdi” ile başlayan cümleler kuracağımı düşünmesi içimi daha da çok sıkıyor. “Ee ne diyeyim abi, ara konuş o zaman” diyerek arkadaşımın, benim yarattığımı söylediği can sıkıntısı gidermeye çalışıyorum. Bu cümlem süper bir reaksiyon başlatıyor ve arkadaşım cep telefonuna saldırıyor. “Aa ilk defa verdiğim bir tavsiye işe yarayacak galiba” diye düşünüp sığ bir mutluluk yaşıyorum.

Tabii ki bu mutluluğum uzun sürmüyor ve arkadaşım ekşimiş suratını bana çevirerek “meşgule verdi telefonu” diyor. Verdiğim tavsiyenin işe yaramadığını anlayıp, bu konu hakkında dünyanın en eski teselli cümlesi olabilecek cümleyi kurmakta bir sakınca görmüyorum: Boşver oğlum, sana kız mı yok! Buluruz bir tane! Arkadaşım, özlediği saçların, ayrılık nedenlerinin ve açılmayan telefonun acısını benden çıkarıyor: Sen önce kendine bul bir tane kız!

Karşımdaki teyzenin, tepemdeki liseli gençlerin önünde yerin dibine geçiyorum. Metro da bu sırada tünele girip, ironi yapıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder