3 Haziran 2011 Cuma

Heh Şimdi Oldu İşte! Aferin Erdem!

“Aaa bu kitabı arıyordum ne zamandır!” diye sevinçle bağırıyorum. Albert Camus’nün Veba adlı kitabı. Deli gibi mutlu oluyorum bu kitaba kavuştuğum için. Otobüse biniyorum, yerime oturur oturmaz kitabın üzerindeki saydam kabı yırtıp, hemen okumaya başlıyorum. Keyfime diyecek yok…

Kitap aldığım zaman yaşadığım sevinci başka hiçbir şey yaşatamıyor sanırım bana. Böyle de garip bir huy edinmiş durumdayım. Her hafta kitap almadan duramıyorum, bütün mal varlığımı kitaba yatırıyorum. Boğaziçi’nin bana kazandırdıklarından biri de bu oldu: okula gidiş süresince (bazen de dönerken) kitap okumak. (Okulun kazandırdığı diğer şeyler arasında beyaz saçlar da var)

Tabii ki çoğu çocuk gibi Cin Ali okuyarak başladım ben de kitap serüvenime. Çocuklar okula başladıklarında gözlerine direkt Cin Ali sokulduğu için, bu durumun çocuklarda travma yaşattığına inanıyor ve “Aaa ben Cin Ali bile çizemem” cümlesinin buradan geldiğine inanıyorum. (Böyle garip hipotezlerim var) (Yalnız Cin Ali bile çizemeyen insan da kabiliyetsizin tekidir gözümde bu da bir başka saçma hipotezim)

Kitap okuma maceram ilkokulda öğretmenimizin verdiği kitapların özetini çıkarıp, bir de bu özeti tahtaya çıkıp anlatma olayıyla devam etti. Üçüncü sınıftayken Ökkeş Lunaparkta isimli kitabı okuyup, bu kitabı iki ders boyunca anlatmışlığım vardır. (Burada kesinlikle abartma yok, ciddi bir kıyak yapmıştım arkadaşlarıma) Yalnız Ökkeş Lunaparkta isimli bir kitaptan iki ders saati boyunca anlatacak kadar ne bulmuşum, çok merak ettim şu an yazıyı yazarken. Bu kitapta herhangi felsefi bir düşünce ya da ders çıkarmamız gereken bir durum olduğunu sanmıyorum. Ökkeş isimli bir çocuk (keldi bir de Ökkeş ama bu ekstra bilginin ne gibi bir faydası olacağını bilmiyorum) lunaparka gidiyor ve ben bunu iki saat boyunca anlatıyorum. Küçükken bomboş işlerle uğraşmışım.

Sınıflar ilerledikçe okuduğum dünya klasiklerinin ya da Kemalettin Tuğçu’nun genç çocukları ağlatarak, onların psikolojik bir travma geçirmelerine neden olan kitaplarının yerini test kitapları almaya başladı. Artık Ökkeş’in lunaparkta çarpışan arabalarla ne gibi maceralar peşinde koştuğunu değil, bir binanın tepesinden fırlatılan elmanın yere hangi hızla ve açıyla çarptığını bulmak için önümdeki yazıları okuyordum. Dik üçgen görünce muhteşem üçlü peşinde koşuyor, propan yakıp ne kadar karbondioksit elde edeceğimi hesaplıyordum. İşte bu zamanlarda gerek Tolstoy’un gerekse Sabahattin Ali’nin çok fazla kırdım kalplerini. Kendimi affettirebilmek için hala, güne bir sayfa Sabahattin Ali, iki sayfa da Tolstoy okuyarak başlarım.

Üniversiteye girip test kitaplarıyla olan ilişkimi sonlandırdıktan sonra özlediğim dünyaya dönüş yolu açıldı benim için. Uyurken, yatmadan az önce okumaya başladığım kitabın devamını okuduğum fantastik rüyalar görmeye başladım. (Bu durum “Nasıl bir metabolizmam varsa artık, hiçbir davranışım normal değil!” şeklinde yorumlar yapmama neden oldu.) Otobüsten inmem gereken durağı kaçırmadım ama hiç kitap okuyorum diye, bununla da övünür dururum. (İnsanın kendini övecek hiçbir şeyi olmayınca, inmek için düğmeye doğru zamanda basmasıyla bile gurur duyabilecek hale gelebiliyor)

Veba’yı okurken de inmem gereken durağa geldiğimi fark ettim. Kitap okumanın verdiği huzurla mutlu mutlu eve ulaştım, yeni aldığım Veba’yı koymak için kitaplığıma doğru ilerledim. Kitaplıkta her kitap, yazar isimlerine ve sonra da yazarların eserlerine göre alfabetik bir şekilde sıralanmaktaydı. Albert Camus’nün olduğu bölüme geldim. Kitaplıkta bir kitap bana bakıyor ve üzerinde Veba yazıyordu. Elimdeki kitabın da Veba olduğunu biliyordum. Uzun zamandır almak istediğim kitabın kitaplığımda olduğunu gördüm. İki tane Veba isimli aynı kitapla ne yapacağımı düşündüm. Birinin üzerine “Cilt 1”, diğerine “Cilt 2” yazdım, “heh şimdi oldu işte” dedim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder