4 Haziran 2011 Cumartesi

Erdem'in Çiçekle İmtihanı (Bir Adam Olma Macerası)

Markette boş boş dolaşıyorum. Önümdeki market arabasını çocukluktan kalma bir hevesle, içimden gelen “vınn vınn” efektleri eşliğinde bir sağa bir sola döndürüyorum, reyonlara girerken önümde çok tehlikeli virajlar varmış gibi fantastik hareketler yapıyorum. Böyle garip bir şekilde ilerlerken çok güzel bir koku geliyor burnuma. “Aa çiçeklerden mi geliyor yoksa?” diye kendime anlamsız bir soru soruyorum. Önümdeki arabaları sollayarak kokunun kaynağına gidiyorum. Mor bir çiçeğin çok çok güzel koktuğunu fark ediyorum. Alttaki etikette isminin sümbül olduğu yazıyor. Daha karizmatik bir isim beklerken basit bir sümbül ismiyle karşılaşmak beni hayal kırıklığına uğratsa da bugüne kadar asla yapmadığım bir şeyi yapmaya karar veriyorum: Evet, bu çiçeği alıp odamda eksantrik bir köşe yaratacağım.

Kasaya doğru ilerlerken koskoca market arabasında sadece bir saksı çiçeğin olmasının etraftaki insanlar tarafından garip ve daha da kötüsü komik karşılanabileceğinin farkındayım. Düştüğüm bu durumun beni strese sokmasını engellemek için kendi kendimi çiçek yetiştirmenin aslında ne kadar ulvi bir şey olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyorum. Bir kere market arabasını sadece bir çiçek taşımak için alarak çiçeklere karşı ne kadar duyarlı olduğumu gösteren bir imaj oluşturmak istiyorum. Düştüğüm komik durumu bu şekilde düşünerek örtmeye çalışıyor olabilirim. Fakat ağlayan çocuğunu susturmak için beni göstererek “bak, abi çiçek almış” diyen anne kendime olan güvenimi alıp götürüyor. Çikolata istediği için ağlayan bir çocuğu bile güldürebilecek kadar berbat bir durumda olduğum gerçeği hiç bu kadar açık bir şekilde belli edilmemişti. Bu cümleyi duyduktan sonra arabayı daha hızlı sürmem gerektiğini fark ediyorum ve kasaysa doğru koşar adım ilerliyorum. Artık bambaşka bir hale büründüm ve tüketim çılgınlığına kendini kaptırmış bir birey gibi gözüküyorum. Marketteki her şeyi bir an önce alabilmek için reyonlar arasında kendini kaybetmiş biri gibiyim. İçinde bulunduğum marketin (Migros olur kendileri) müdürü benim bu halimi görse Migros’un yeni reklam yıldızı ben olabilirim. Öyle bir koşuyorum ki marketteki her şeyi silip süpürecekmişim gibi bir halim var. Arabada hala sadece bir tane ürünün bulunması müdürü belki hayal kırıklığına uğratabilir ama suratımdaki telaşlı ifade, indirimdeki ürünlere yetişmeye çalışıyormuşum gibi. Bu ifadeyi de marketteki tüm ürünlerde indirim yaparak elde edebilirler. Müdürün hoşuna giden de bu olacak.

Kasaya doğru koşarken kendimi ikna etme çabamdan da geri kalmıyorum. Beynimin ürettiği fikirlere göre, şu küçük saksının içinde bulunan çiçek bana sorumlu olma bilinci aşılayacak. Daha önce yaşamış olduğum kaplumbağa faciasından sonra başka bir canlıya bakarak bu konuda ilerleme gösterip göstermediğimi test etme imkanım olacak. Eğer bu işin altından kalkabilirsem, toplumun ortasında “heeey ben de bir birey oldum artık!” diye bağırma şansım olacak ki bu durum inanılmaz bir heyecan yaratıyor bünyemde. Toplumda adı geçecek bir birey olacak olmanın getirdiği mutluluk, kasada, önüme bekleyen teyzenin arkasını dönüp, çiçeği göstererek “bende de pembesi var onun ama mor da güzel” demesiyle büyük bir hüzne dönüşüyor. Kasiyerin ve sıra bekleyen diğer insanların gözü bende artık. Koskoca marketin ortasında, elindeki saksının içinde mor bir çiçekle bekleyen birisinin herkes tarafından izlenmesi sonucunda, mutlu olması düşünülemez. Markete sadece çiçek almak için gelmiş gibi garip bir imaj oluşturuyorum insanların gözünde. “Keşke kıyma ve iki de çikolata alaydım da ben de sizler gibi her günkü alışverişimi yapmaya geldim buraya imajı vereydim insanlara” diye düşünüyorum.

Sıra önümdeki teyzeye geliyor. Aldığı şeylerin parasını ödeyen teyze marketten çıkmadan önce bana çiçeğe nasıl bakmam konusunda öğütler veriyor. Kasiyer, “sizin sadece çiçek mi vardı?” diye bir soru sorma ihtiyacı hissediyor. “Evet” diye cevap verince arkamdaki liseliler gülüyor. Mükemmel bir ortam var markette. Herkese neşe saçıyorum.

Marketten çıkıp elimdeki çiçeği sallaya sallaya eve geliyorum. Artık rezilliğin en üst noktasına geldiğim için bu kadar rahatım. Odama girip en güzel köşeye koyuyorum çiçeği. Biraz da su veriyorum. Markette çektiğim tüm çile boyunca yanımda olan çiçeği severek, “bu dünyada tüm güçlüklere karşı artık hep beraber olacağız, yeneceğiz hepsini” diye garip bir cümle kuruyorum.

Bir hafta geçiyor bu maceranın üzerinden. Annem geliyor yanıma, elinde çiçeğimle. “Ee kurumuş bu, niye hiç sulamadın?” diye soruyor. Hala bakamıyorum hiçbir canlıya; hala birey olamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder