22 Ağustos 2011 Pazartesi

Anlaşılamayan Adam

Erdem: Baki Gündüz İlköğretim Okulu’nun listesini gireceksin

- Tamam.

2 dakika sonra…

- Hangi okuldu?

Erdem: Baki Gündüz

- Tamam.

7 dakika sonra…

- Fatma Şensoy’du di mi okulun adı?

Bazı insanların maksimum seviyede anlayışsız olması çok ilginç bence. Hadi tamam, bir kerede anlayamamış olabilirsin ama sen ikinci ya da üçüncü kez anlamayınca benim söylediğim şeyi, ben bu sefer kendimde kusur aramaya başlıyorum “Sanırım insan gibi konuşamıyorum” diye.

Bu “insan gibi konuşma” konusu üzerinde ciddi ciddi düşünmeye başladığım yıllar ilkokul zamanlarıma denk gelir. Hatırladığım kadarıyla ilkokul 3’e giderken okuldaki beslenme programımıza uymak maksadıyla havuç almak üzere manava gitmiştim. (Perşembe günleri havuç-patates haşlaması şeklinde gerçekten süper düşünülmüş bir beslenme programımız vardı. 65-70 kişinin bir yandan havuç kemirirken diğer yandan haşlanmış bir patatesle on beş dakika geçirmesi ciddi bir biçimde hayatı sorgulamasına yol açıyor; fakat hepimiz çocuk olduğumuz için önümüzdeki bitirince, sabunlu bezlerle elimizi, ağzımızı silip sanki az önce çilehaneye girip çile dolduran bir tip modunda değilmişiz gibi saçma sapan koşuşturmaya başlıyorduk) Manava havuç almak istediğimi söylediğimde; adam, söyleneni anlamayınca bir insanın takınabileceği en garip bakışla suratıma bakıp “Yerli muz mu?” diye bir soru yöneltmişti. Şimdi olsaydı “Yok abi yerli muz değil de sen ne yediysen bana ondan ver, gerçekten senin yaptığın gibi kafamı dağıtmam gerek bu günlerde” diye bir cevap verebilirdim. Ama işte çocuk aklı çok başarılı cevaplar veremiyor bazen. Bildiğin açıklama yapmıştım adama “Yok abi, muz getirmek yasak beslenmede, herkes alamıyor” falan diyerek. Tabii bir insanın havucu yerli muz olarak algılaması nasıl bir psikoloji sayesinde oluyor, bilemiyorum. Bir de yerli muz yani. Öyle gavur muzu değil.

Bu olayla temelini atmış olduğum bu kavram (insan gibi konuşmak yani) beni şu yirmi dört yaşıma kadar en çok soyadımı insanlara söylemek zorunda kaldığım anlarda zorladı. Yani tamam, gerçekten söylemesi, anlaması, yazması zor bir soyadım var. Ne gibi bir anlamı olduğunu hala bilmiyorum ve hatta ben bile öğrenene kadar ciddi sıkıntılar çektim. Soyadımı dördüncü kez söyleyişimde anca anlayabilen insanların “Aa ne kadar orijinal bir soyad” diyerek karşıladıkları oldu soyadımı. İnsanların orijinallikten anladıkları nedir bilmiyorum. Fakat Yeniçeler, Yeniçeriler, Yüceler, Yenkeler ve hatta Yalçın ve Gezener hallerine bile bürünen soyadımın bana orijinallikten yana bir katkısı olmadı bugüne kadar. Ama hiç katkısı olmadı da değil tabii ki. “Yeniceler” olarak söylenen bir sözü “Gezener” olarak anlayabilen bir insanın varlığını fark edebilmek “Bundan sonra ben de böyle çok yönlü düşünebilen bir insan olacağım” şeklinde kararlar almamı sağladı. He bir de şu “İnsan gibi konuşamıyor muyum acaba?” düşüncesi soyadım için farklı bir kritere sahip. Bu konuda limitim yedi. Soyadımı sekiz kere söylemek zorunda kalırsam düşünüyorum “Yine insanlıktan çıktım ve konuşamıyorum sanırsam” diye.

Ama karşılarına geçince ya da ne bileyim mesaj üzerinden falan insan gibi konuştuğum insanlar var tabii ki. Bu insanlar da bazen “Aslında sen çok sessiz duruyorsun, meğer ne kadar çok konuşuyormuşsun” diyerek hakkımda iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi söylüyorlar diye derin düşüncelere dalmama neden olsalar da konuşma konusunda moralimi üst seviyeler çıkarabiliyorlar. Ne bileyim bir insana bir şey anlatınca, o insanın “ne sevimli bir hikayeymiş bu” falan demesi havalara uçurabiliyor beni, “Galiba sorun bende değil her zaman” diyip “Ehe ehe” diye gülebiliyorum. Evet bazen insan gibi konuşabiliyorum.

Sesin geldiği yere doğru kafamı çevirip bir-iki dakika anlamsız anlamsız bakıyorum. Baki Gündüz’ün gerçekten bir anda değişip Fatma Gürsoy olup olamayacağını düşünüyorum. “Kaç kere söyledim ama anlaşılmadı, sanırım sorun bende” diyorum kendi kendime ve ağzımdan istemsizce dökülüyor kelimeler: He he evet evet Fatma Gürsoy. Evet, tam olarak o.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder