14 Ağustos 2011 Pazar

Erdem'in Böcekle İmtihanı


İki saattir bakıyorum boş boş önümde açılmış Word sayfasına. Çoğu zaman olduğu gibi yine şebeklik yapma gibi bir amacım vardı ama kendimle dalga geçebileceğim bir şey bulamadım bu kez. Hee dalga geçilecek şey yok diye değil, çok az bir düşünmeyle yine bulurum ve geçerim dalgamı kendimle. Ama salak diyebileceğim bir hal çöktü üzerime son birkaç saattir ve bunu atlatabilmek için Facebook’ta benden otuz yedi yaş küçük kuzenlerimin fotoğraflarına bile baktım; “belki eğlence çıkar bana, gülerim lan hem, fena mı olur!” diye düşünerek. Fakat amacıma ulaşamadım. Ortalama bir şekilde düşünüp içinde bulunduğum bu durumu sıcak havalara bağlayabilirdim ama sanki çok önemli, yoğun bir insanmışım ve tüm bu koşuşturmanın içinde sağlığıma dikkat edemiyormuşum gibi bir tavır takınarak bu garip halin sorumlusu olarak birkaç gündür yine çok çok ağrıyan ve menisküs teşhisi koyulan dizimi seçtim.

“Suçu dizime attığıma göre artık gönül rahatlığıyla kendime gelebilirim, süper eğlenceli bir ortam yaratıp mükemmel bir şekilde vakit geçiririm” diye düşünmeye başladıktan yaklaşık yedi saniye sonra, odamın camının etrafındaki herhangi bir lokasyonu, kendine dinlenebileceği ve hatta belki de bütün gece konaklayabileceği bir yer olarak tayin eden ve bir ağustos böceği, bir cırcır böceği, bir ateş böceği olduğunu düşündüğüm ya da bunlardan biri değilse bile bu böceklerle mutlaka bir akrabalığı olduğuna inandığım pis bir canlı başıma bela oldu. En başta “Hayvandır en nihayetinde, ne diyebilirsin ki” diye düşünsem de, ortalama bir insanın, kafasını dinlemek istediğinde sürekli olarak çıkarılan bir “füt füt füt füt füt füt” sesini duymak istemediği gerçeğiyle yüzleştim. Bazı gerçeklerle, sorunlarla yüzleşince, insanoğlu bunların üzerine giderek bir çözüm bulabileceğini düşünüyor. Böceklerle haşır neşir olmayı sevmediğim gerçeğini ve gördüğüm böceğin boyutuna göre ondan kaçma hızımın değiştiğini düşünürsek, bu kadar çok ses çıkaran bir böceğe karşı yapabileceğim tek şeyin “nerede acaba bu adını bile koyamadığım şey?” diye düşünerek usulca pencerenin yanına yaklaşmak olacağını ve sorunuma çözüm bulabileceğime inandığımı tahmin edebiliriz. Kendi içimde yaptığım bu tahmini boşa çıkarmamak ve böylece “ne kadar tutarlı ve ileri görüşlü bir bireyim” diye düşünüp böceği gördükten sonra kendi egomu tatmin edebilmek için pencereye doğru yaklaştım. Bu kadar çok ses çıkarabilen bir canlının, bulunduğu yere kurulmuş olduğunu ve delici bakışlarla etrafı süzdüğünü, böylece herkese gözdağı vermeye çalıştığını düşünsem de sesin geldiği yerde herhangi bir görüntünün olmaması hayal kırıklığıyla beraber garip bir korku yarattı bende. Sonuçta görünmediği halde bu kadar çok ses çıkarabilen bir canlının, bir de gözükse neler yapabileceğini düşünmek bile ürkütücü olabiliyor.

Tabii düşmanımı görseydim biraz daha rahatlamış bir şekilde masama dönebilirdim. Bu rahatsızlıktan dolayı, yazıyı yazarken arkadan gelen garip sesler, bir gerilim romanı yazıyormuşumcasına bir hava yarattı bende. Klavyenin tuşlarına korka korka bastığımı fark edince de “dur bir şarkı açıyım, kafamı dağıtayım” diye sığ bir çözüm buldum.

Şarkı kulağımda “I never saw your face and now you're gone without a trace … It’ll never be the same but i will love you just the same” derken canım daha da çok sıkıldı. Hıncımı böcekten çıkarmaya karar verdim. “Karınca iyi yapıyor sana” dedim, “Füt füt zırt zırt rııüvv rııüvv” diye sesler çıkara çıkara gecelere ak, sonra kış gelince de “Aman bana yiyecek bi lokma bi şey verin” diye yüzsüz yüzsüz dolaş! Hadi canım sen de!


*** Saat sabahın beşi olmuş, ben böceklerle takılıyorum, sonra “Şarkı canımı sıktı” diyorum… Ee sıkar tabii!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder