14 Ağustos 2011 Pazar

Kel Adam


“Ee napıyoruz?” diye soruyor henüz içeri girmişken. “İyiyiz valla abi, siz?” diye cevap veriyorum. “Yok yani saçı napıyoruz?” diyor. “Valla tarıyoruz, şekil veriyoruz, yıkıyoruz falan böyle aktiviteler var saç için, he bi de uzun olanlar topluyo, örüyo falan ama ben pek bilmiyorum galiba o model isimlerini” gibi bir cevap vermek istiyorum ama adam bana o kadar meraklı gözlerle bakıyor ki bir an önce saçıma ne yapılacağını öğrenip rahatlamak istiyormuş gibi bir havası var. “Ne biliyim abi, o kadar düşünmedim, kes işte” diyorum. Görevini öğrenen abi pire gibi oradan oraya atlayarak gerekli ekipmanları çıkarıyor. Galiba bir insanı daha önce hiç bu kadar mutlu etmemiştim.


Daha işine başlamadan “Memleket neresi abi?” diye soruyor. “Tamam, adam harlı bir geyikçi, yandık” diye düşünürken “İstanbul” diye cevap veriyorum. Tam bana “Köken vardır köken, köken neresi?” diye sormak için ağzını açmışken “Tamam, bu soruyu soracaksınız ama annem babam falan İstanbullu” diyorum. “Görmüştüm daha önce eski İstanbullu” diyor. “Eski İstanbullu” diye bir sıfatım oluyor böylece ve adamın “Eski İstanbullu” koleksiyonunda yer buluyorum kendime. “Ben şahsen Zeytinburnuluyum” diyor. Şahsen Zeytinburnulu olmak insana bir ayrıcalık katıyor mu, bilmiyorum. “Şahsense bir bildiği vardır herhalde” diyorum.


“Okuyo muyuz çalışıyo muyuz? Napıyoruz?” sorusunu duyunca adamın “Napıyoruz?” kelimesine bir obsesifliği olduğu sonucunu varıyorum. Soruları 1. çoğul kişi ekleriyle sorması saygıdan mı yoksa yaptığım işe çöreklenmek istemesinden mi karar veremiyorum. Bu konuda rengimi belli edeyim diye soruyu 1. tekil şahısla cevaplıyorum: Boğaziçi Kimya’da okuyorum. “Zor mu abi?” diyor. Ben daha cevap vermeden hayatımda duyduğum en garip çıkarımlardan birini yapıyor: Kimya zordur. Mesela ben buraya gelenlere sorarım. Hep İnşaat Mühendisliği falan derler. O ne ki abi öyle yani? Demek ki kolay. İnşaat yani.” Bunu duyunca karşılaştığım olayları ne kadar dümdüz karşıladığımı fark ediyorum, hiç bu kadar çok yönlü düşünceler içerisine girmemiştim hayatım boyunca.


“Niyetli misin abi? Mesela ben çalışmasam tutmam oruç falan. Ne tutucam yaa?” diyerek gerçekten çok garip bir insanla karşılaştığıma emin olmamı sağlıyor. Bir kuaför dükkanının bir insanı nasıl oruç tutmaya ikna ettiğini düşünüyor fakat buna cevap veremiyorum.


Geriye kalan zamanda bana sekiz yaşındayken bir lokantadan nasıl su çaldığını, ilkokuldan beri sigara içtiğini ve mahallenin hacı bakkalından yine sigara çaldığını falan anlatıyor. Gerçekten bilmem gereken şeyler bunlar. Dükkanını oradan buradan çalıp çırparak açtığını düşünüyorum. “Mesela bu oturduğun koltuğu başka bir berberden çöktüm” dese gayet normal karşılayabileceğim bir hava oluşturuyor.


Saçımla işini bitirince adamın niye oradan oraya atlayarak bu kadar çok konuştuğunu anlıyorum. Konuşarak müşterisinin saçla ilgili isteklerini püskürtmek gibi bir mekanizma oluşturmuş. Adam konuştukça saçınızın ne hale geldiğini fark edemiyorsunuz ve koltuktan saçsız bir şekilde kalkıyorsunuz. Sonra da “Neyse havalar zaten sıcak, iyi oldu böyle” diye züğürt tesellisinin en güzel örneklerini sunuyorsunuz. Psikolojinizi düzeltmek için müzik dinlemeye başlıyorsunuz ama migreniniz falan tutmuş olabiliyor az önce aynada gördüğünüz manzara yüzünden. Bir eczaneye girip “Maxalt mı alsam ne yapsam?” diye düşünüyorum ama kel bir adama Aspirin bile vereceklerini zannetmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder