14 Ağustos 2011 Pazar

Finaller ya da Bir Ömür Törpüsü

İyisiyle kötüsüyle bir final dönemini daha noktaladım. Gerçi milyonlarca kez finale girmeme rağmen “iyisiyle” diyebileceğim bir final geçirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Belki kötüsüyle kötüsüyle demem daha uygun olabilir. Ya da bu konuda diyebileceğim en iyi şey “kötünün iyisiyle geçti” olur ki o final de 100 üzerinden en fazla 55 alma umudumun olduğu finaldir.

Lise zamanında üniversite hayatıyla ilgili saçma sapan muhabbetler edip gerçekten çok dalga geçilebilecek hayaller kurduğumuz bir anda, bir arkadaşımın “Abi en zoru finaller herhalde. Final sonuçta, her şeyin sonu falan herhalde” demesi, o an için hepimizin kafasından “sığ düşünmenin en güzel örneğini duyduk, hadi dalga geçelim” diye bir düşünce geçirse de zaman geçtikçe ve finallerle içli dışlı oldukça bu arkadaşıma hak vermeden duramadım. Hatta o kadar hak verdim ki gördüğünüz gibi bir önceki cümlede arkadaşımı haklı çıkarmaya çalışmak için yüzlerce kelimeden oluşan bir cümle kurdum. Evet, finaller her şeyin sonu olabiliyor. Zaten teorik olarak final kelimesi böyle bir anlam da uyandırıyor bünyede.

Üniversite hayatımızda ilk vizemizden çıktığımızda “Ehe ehe vizeye mi girdik lan şimdi biz! Demek vize böyle bir şey hoho” şeklinde gayet anlamsız yorumlar yaptığımızı hatırlıyorum. Tabii bu vizelerin katlanıp katlanıp ultra mega bir combo şeklinde finallerde karşıma çıkacağı gibi bir beklentim yoktu. Etrafımdaki üniversite okuyanlardan duyduğum kadarıyla final dönemi pis bir dönemdi ama benim buna karşı argümanım şöyleydi: Ne kadar pis olabilir ki!

Finaller nasıl pis bir şey olabileceğini arsız bir şekilde gözüme soktuğunda ise daha önce finaller hakkında “amaaan final lan ne olacak” şeklinde düşündüğüm dakikalar hakkında çok da güzel şeyler düşünmedim. (Burada herhangi bir şey düşündüğüm dakikalar hakkında tekrar düşünerek saçma sapan bir kısır döngü yarattığım gerçeğiyle ilgili konuşmak istemiyorum. Daha sonra bu döngü hakkında düşünüp başka bir yazı yazarım diye düşünmekteyim şu an)

Tabii finaller hakkında çok da hoş şeyler düşünmememin belli sebepleri var. Finaller kimilerinde “ooh her şey bitiyor be ne güzel, tatile giriyoruz” diye fikirler uyandırsa da final kağıdı benim önüme geldiğinde herhangi bir dersten F alacağımın kararnamesini imzalıyormuş gibi hissediyorum. Bu hissiyatın hâsıl olmasını ise birinci sınıfa borçluyum tabii ki. (“Hissiyatın hâsıl olması” yazarak ne yapmayı amaçladığımı bilmiyorum) Birinci sınıfta girdiğim ilk finalden ki kendisi bir fizik finaliydi, 100 üzerinden 7.5 almışlığım vardır. (Burada bana “sen fizikten ne anlarsın” diyen arkadaşlarım, bu argümanlarını çok güzel bir şekilde desteklediğim için gayet mutlu olabilirler.) İkinci finalimden, bu da bir matematik finaliydi ve bu seferki başarım daha destansıydı: 100 üzerinden 2.5. Kimya finallerinde de “no partial credit” yani ya “çözersin hepsini, tam puan alırsın” ya da “sığ çabalar içine girme, bilmiyorsan çözümü, bir b.k alamazsın bu sorudan” anlamına gelen ve dünya üzerindeki en saçma uygulamalardan biri olduğuna inandığım bir şeyle karşılaşmam hayallerimi tamamen yıktı. Nasıl bir öğrenci olacağım daha ikinci finalden belliyken ve karşımda kapı gibi “no partial credit” gerçeği varken, final döneminde çok büyük umutlar beslemek benim için çok saçma bir hareket olacaktı ve bu yüzden her final döneminde yaşamanın çok anlamsız olduğunu düşündüm.

Hee ayıp olmasın diye çalıştım tabii final dönemlerinde. Uykusuz kaldığım zamanlar oldu çok, fakat sonuçlar açıklanınca da “ulan boşu boşuna uykusuz kaldık, uyusaydım da bu puanı alırdım zaten” diye yorumlar da yaptım. Final döneminden önce geçebileceğim dersleri bile finaller sayesinde F seviyesine getirdiğim de çok oldu. Finaller olmasaydı bence keşke. Bir de son bir şey: Abi 2 saat, 3 saat falan çok uzun bir süre bir final için. Sıkılıyorum ben o kadar saat otur otur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder