14 Ağustos 2011 Pazar

Evet, Konuşamıyorum Ben!

İnsanlarla konuşamıyorum, bunu fark ettim. (Tamam, hayvanlarla da konuşamıyorum, bunu da itiraf edeyim.) Herhangi bir şekilde muhabbeti devam ettirebilme gibi bir meziyetim yok. Birileriyle konuşurken “he he, tabii tabii, öyle abi” demekte ve insanları onaylamakta üstüme yokken; karşımdaki insan susunca pili bitmiş bir radyo gibi oluyorum. Kalan son enerjimle de bir şeyler demeye çalışınca TRT FM’deki mekanik bir sese dönüşüyor ve “Süper Toto Süper Lig’de on dördüncü hafta maçları tamamlandı. Sonuçlar şöyle: …” gibi cümleler kurarak, genel geçer, o anda böyle bir şeyi duyması karşımdaki insana salt bir fayda sağlamayacak davranışlar içerisine giriyorum.

Zaten şu koca ömrüm boyunca ( Yirmi üç yıl iki yüz doksan dokuz gün) çok fazla konuşan bir insan olmadım. Ortalama bir insanın bir yıl içinde kurduğu cümle sayısını yaklaşık altı-yedi yıla yayma gibi bir istatistik sahibi olduğumu düşünüyorum. İnsan vaktini konuşarak harcamayınca bu tarz boş hesapların peşinde koşabiliyor. Bu hesapların sonucunda elde ettiğim verileri yeterli görmüyormuş gibi bir de “Acaba kaç gün boyunca konuşmadan durabilirim?” gibi anlamsız soruların peşinde koşuyor ve garip deneysel çalışmalar içerisine girmek istiyorum. (Henüz böyle bir şeye kalkışmadım ama içimde karşı koyamadığım bir merak var bu konuyla ilgili)

Tabii konuşmayı devam ettirebilmek için o sırada devam ettirilen muhabbetin içeriği de çok önemli. Yani Türkiye’deki fındık üretimi hakkında söyleyecek çok fazla şeyim olmayabilir ama ay çiçeği üretimi denildiği zaman bir profesör edasında konuşabilirim. Yok be şaka, ne bileyim ay çiçeğini! Ama demek istediğim anlaşılmıştır umarım, çok da güzel anlatamadım ama…

Bir de konuşurken bana söylenen birkaç söz var ve bu sözlerin beni kitleme gibi bir misyonları var. Bunlardan kelime gruplarından biri “Ne anlatayım?” sorusunda bulunan kelimelerin oluşturduğu grup. Ben zaten kurnazmışımcasına “cümle kurma sırası karşımdakine geçsin, kıvranıp durmayayım şurada iki kelime edeceğim diye” şeklindeki bir düşünceyle “Ee hadi anlat bi şeyler” dedikten sonra bu soruyla karşılaşınca kendimi moli balığı gibi hissediyorum. (Bilimsel veri: Moli balıklarında insanlarda olduğu gibi kırk altı kromozom bulunur) Sonra da şaşkın şaşkın bakınıyorum etrafa “Ne oluyo yaa?” diyerek. Zaten “Ne anlatayım?” sorusunu soran bir insanı da hiç aydınlatamıyorum ve hatta sinirlendiriyor bile olabilirim. Yani bir insan size “Ne anlatayım?” diye soruyor ve siz de “hiiiç öyle anlat işte” diyerek sanki karşınızdaki insanın anlatacağı şey hiç önemli değilmiş de “Laf olsun torba olsun, iki kelime et de vakit geçsin, sıkıldım zaten senle burada oturmaktan” anlamına gelebilecek o cevabı veriyorsunuz. Ee konuşamazsın tabii ki böyle belli bir zeka seviyesinin altındaki bir varlık gibi davranırsan…

Bana sıkıntı veren bir diğer kelime ise “Anladım” sözcüğü. Size “Anladım” denildikten sonra konuyla ilgili başka bir şey demenize gerek kalmıyor ve suskunluk kapıya dayanıyor. Bu “Anladım” kelimesinin, “Tamam, çok güzel anlattın, başka bir kelime daha söylemene gerek yok, mükemmel bir anlatıcısın, dünyam aydınlandı” gibi bir anlama gelebilmesi gibi bir ihtimal varken; bazen de “Tamam, sus artık, bak sana ‘anladım’ diyorum ki daha fazla çıkmasın sesin, mümkünse kalk git, (telefondaysan da) kapat telefonu” gibi hoş sayılmayacak bir hale bürünmesi de mümkün.

Konuşamadığımın da ciddi ciddi farkına varmam şöyle oldu: Facebook Chat’te açık olan pencerede “Anladım” yazısı belirdi, bir süre “Ne desem?” diye düşündüm, sonra söyleyecek bir şey bulamayınca “İşte konuyu devam ettirememe kelimem de geldi” diye bir cevap vererek gerçeklerle yüzleşme yolunu tercih ettim. Yok yok, konuşamıyorum ben. Sustum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder