14 Ağustos 2011 Pazar

Soru Sormazsam Ölürüm Zaten!

O kadar çok soru soruyorum ki sanki soru kelimelerini ve eklerini ben sömüreyim diye türetmişler gibi hissediyorum. Şu hayatta “anne, baba” kelimelerinden çok “neden, nasıl, kim” sözcüklerini kullanmışımdır ki bunun övünülecek bir şey olmadığının da farkındayım. Yani şimdi çıkıp da “ne güzel işte her şeyi sorguluyorum, önüme konan her şeyi kabul etmiyorum, tam bir bilim adamı kafasındayım ki dünyanın kurtulması için bilim adamlarına ihtiyaç var, ben olmasam yandınız” mealine gelecek cümleler kurmak aymazlıktan başka bir şey olmaz sanırım. Tabii bazen bu soru kelimelerini kullanmadan da gayet saçma sorular sorabiliyorum.

Çok fazla soru sorma olayının etrafımdaki insanlar tarafından çok da hoş karşılanmadığı oluyor tabii ki. O kadar alakasız, saçma sapan bir konuyu sorularla uzattığım oluyor ki karşımdaki insanı o konuyu açtığına pişman edebiliyorum. Ama ne yapabilirim kafama çok şey takılıyor ve bir insanın günlük soru sorma kotasını da doldurması gerekli bence. Yani bir insan günde en az yedi soru sormalı ki şu hayatla ilgili bir şeyler öğrensin, aldığı nefes bir işe yarasın.(Saçma bilimsel verilerime bu yazıda da devam ediyorum)

Mesela son zamanlarda aklıma takılan çok önemli iki soru var. Bir tanesini Facebook’ta statüme de yazmıştım: Nane aromalı sakızla yeşil nane aromalı sakız arasındaki tat farkına neyin neden olduğu. Yazılırken sadece yeşil kelimesini yazıyoruz fazladan ve bu tat farkının sadece yeşil kelimesinden kaynaklanması gibi bir durum olamaz herhalde. Aa belki olur ya! Şöyle ki; yeşil olan tatlı gibi oluyor dedik değil mi? Peki bunu nasıl ispatlayabiliriz? Şimdi kırmızı biber diye bir şey var değil mi sevgili arkadaşlarım, büyüklerim? Kırmızı biber acı olduğuna göre, kırmızının zıt rengi olan yeşilin de tatlı olmasını bekleyebiliriz aslında. Limon da ekşi ve sarı. Aman Allah’ım yoksa sarı rengin de ekşi tat vermek gibi bir görevi mi var! Yalnız resmen idiot gibi konuşuyorum şu an. Dışardan bakan da akıllı falan zanneder beni. Şu yazdıklarımı okuyanlar rica etsem okuduktan sonra bir yorum falan yapabilirler mi yazının altına? İnsanların gözünde nasıl bir imaj oluşturduğumu çok merak ediyorum şu an.

Aklıma takılan bir diğer soru da şu: Asansörün yukarıdan geldiğini gören insanlar niye “yukarı mı gidiyorsunuz?” diye bir soru sorma ihtiyacı hissediyorlar? Tamam, yazının başında “bence herkes soru sormalı, soru sormak mükemmel bir şey, iyi ki soru sorma gibi bir özelliğimiz var yok halimiz nice olurdu, sanırım soru sormaya aşık oluyorum, sevgili soru sorma benle evlenir misin?” temalı bir şeyler dedim ama soru sormak için de soru sorulmaz! Yani yukarıdan geldiğini gördüğün asansörün kapısını açıp sorgulayan ve asla tatmin olmayacakmış gibi görünen gözlerle “yukarı mı çıkıyor?” diye sormak nedir sevgili insanlar? İnsanlarımız bu kadar mı kendine güvenmiyor da asansörün yukardan geldiğini gördüğü halde buna inanamayıp böyle garip bir şey soruyor? Ki bu olayı kavramak da üst düzey zeka gerektiren bir şey değil. Asansörün kapısında yanan numaralara bakacaksın, geriye doğru gidiyorsa o asansör yukarıdan geliyordur ve yukarıya gitmek isteyen bir insan zaten o asansör yukarıdayken istediği katta iner değil mi sevgili bu soruyu sorma ihtiyacı duyan insanlar?

Yalnız o değil de hayatımın en iğrenç yazısı yazdım ve ibret-i alem olsun diye ekliyorum bu yazıyı. Ama soru sorarken ne kadar saçmaladığımı ve bazen moronluk seviyesine kadar inebildiğimi başka türlü anlatamazdım sanırım. Bu da böyle ironik bir yazı olsun bari. (Yazıyı soruyla bitirip, “bakın kalemime ne kadar hakimim, soru soru dedim, yazıyı da soruyla bitirdim” diyerek süslü bir edebiyat yapmak isterdim, olmadı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder