30 Ağustos 2011 Salı

Beyinsiz Erdem

Sağıma soluma bakmadan adımı attığım yolda, markasını ve modelini bilmediğim (bu işlerden hiç anlamam çünkü) ve sadece bir araba olmasıyla ya da en fazla beyaz bir araba olmasıyla ilgilendiğim hareketli bir cisim tarafından ezilmekten son anda kurtuluyorum. Beyaz bir arabanın size çarpması, hayatınızda beyaz bir sayfa açabilecek kadar ironik durumlar ortaya çıkarabilir. Son anda, belki ölmekten kurtulmayı bilimsel olarak ani bir reflekse, dini olarak da “Daha ömrümüzün vakti dolmamış”a bağlıyorum. Sığ yanım “Aman şimdi kim uğraşacaktı ameliyat falan, iyi oldu böyle” diyor. Vicdanım ise “İlkokulda karşıya geçerken önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola bakmanı öğütleyen öğretmenini hayal kırıklığına uğratabilirdin” diye zırlıyor.

Ama acele etmem gerekiyordu ve zaman kazanmak için biraz dikkatsizce davranmanın çok da büyük bir zararı olmayacağına inandırdım kendimi. Ki zaten her insanın ömrünün bir bölümünde bu tarz çılgınlıklar yapmaya hakkı var diye düşünüyorum, bir 10-15 dakika da dikkatsiz davranalım yani, ne olacak ki? İşte bu düşünceler yüzünden beynimle hareket etmeyi bırakıyorum, kendimi yaptığım işe vermiyorum.

Tabii kendimi vererek yapmadığım her işte olduğu gibi bu seferde de elime yüzüme bulaştırıyorum her şeyi. Yani her işimi maksimum dikkatle yapmalıyım ki, hem hepsi insan gibi hallolsun, hem de başıma bir iş gelmesin. Tabii bunun için de beynimden maksimum verim almam gerekiyor ki bu da kafa yorgunluğuna neden oluyor. Sonra altmış beş yaş üstü her insanın yapmaktan bıkmadığı “Beden yorgunluğu neyse, o geçiyo da, asıl beyin yorgunluğu zor, kafa toparlanmıyo kolay kolay” muhabbetine konu edilebiliyorum. Bu muhabbet olunca da kendi vücuduma kızdığım oluyor bazen, “Her şeyi beyinden bekleyin zaten, hele sen omurilik! Bütün gün boş boş dikiliyorsun” diye. Bunu duyan omurilik de arada el veriyor yaptığım işlere, sağolsun. Ama bu kez de düşünmeme, dikkat etmeme gibi durumlar yaşıyorum.

Düşünmeden yaptığım işlerde de çeşitli sıkıntılar yaşıyorum bazen. Otobüse yanlış yönden biniyorum, geldiğim yolu tekrar geri gidiyorum mesela. Sınav kağıdına adımı yazmıyordum eskiden. Mesela bir gün de, bir şeyler alınması gerekiyor eve ve tabii ki ben seçiliyorum markete gidecek insan olarak. Bu seçim market alışverişlerini çok başarılı bir şekilde yapabildiğim için değil tabii ki. Yani o an bu işi bana yaptırmak için evdekiler sevimli bir tavır takınıp, markete gitme konusunda rakip tanımıyormuşum gibi davransalar da bana, o an en boş insan benim ve bundan dolayı seçildiğimi gayet iyi biliyorum. Sığ bir insan olduğum için de “Hava alırım bahaneyle” diyerek, market teklifini kabul ediyorum. Alınacak şeyler bana söylenirken işlerin çirkinleştiğini fark ediyorum. Çeşitli temizlik malzemelerinin almam için bana söylenmesi hoşuma gitmeyen bir şey. Ben ne anlarım porçözden, arap sabunundan! Temizlik malzemeleri söylenirken, ben de beynimi devreden çıkarıyorum, artık omurilik dinliyor. Beynimi bunlarla yormamalıyım çünkü. Listeyi tamamen anladığımı sanıp, markete gidip, alacağımı alıp, eve geliyorum. Evde çamaşır suyu yerine kola aldığım fark ediliyor. “İkisi de asit zaten, ne fark eder ki!” diyebilecek kadar sığ yaklaşıyorum olaya.

Beynimi bırakıp omuriliğimi devreye soktuğum ve vücuduma acele ettirmesini emrettiğim bu anda da araba altında kalma ihtimalini yaşıyorum. Beyinsiz olmak zor tabii ki. Sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bir mesaj geliyor: Aşırı hız zaman kazandırmaz, hayat kaybettirir. EGM beni çok seviyor, sürekli mesaj gönderiyor, başıma bir şey gelmesinden korkuyor. “Peki, sağolun” yazmak istiyorum cevap olarak, mesaj iletilmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder