14 Ağustos 2011 Pazar

Le Chatelier Prensibi'nin Sinemaya Katkıları


- Fight Club’ı seyrettin mi?
- Hayır
- Harry Potter’ı?
- Hayır
- Yüzüklerin Efendisi?
- Hayır
- Titanic’i seyretmişsindir ama?
- Hayır

Tüm bu “Hayır” cevaplarının sahibi benim. Evet, bu filmlerin hiçbirini seyretmedim. Aslında Yüzüklerin Efendisi’nin ilk filmini bir 15-20 dakika kadar izledim ama sonra ne oldu, bir şey oldu, kalkmam gerekti galiba DVD’nin başından. Yoksa seyrederdim yani.

“Bu filmler vizyona girdiğinde neden izlemedin?” diye soranlara şu an için verebilecek bir cevabım yok. Ama bu soruya “Bari DVD’lerini seyret şimdi” diye devam ederek, bu filmleri seyredebilmem için opsiyon sunmanın haklı gururunu yaşayan insanlara, “Ya vaktim olmuyor benim film izlemeye” şeklinde bir savunmayla gelebiliyorum.

Ama gerçekten bazı şeyleri yapmaya vakit bulamıyorum. Mesela bugünlerde saat 21:30-22:00 gibi geliyorum eve, malum çalışıyoruz falan, ertesi sabah da 8:30 gibi kalkmam gerektiği için, önümdeki 11 saatlik dilimi çok verimli bir şekilde kullanmam gerekiyor. Zaten bu 11 saatin de 5-6 saati uykudan önceki sarhoş hale, uykuya ve uykudan kalkınca yaşanılan salak hale gittiği için geriye sadece 5 saatim kalıyor diğer aktiviteler için. Bu 5 saati de en iyi şekilde geçirebilmek için neler yaptığımı tahmin edemezsiniz. Yemek yerken kitap okumaya uğraşma ve aynı zamanda da günün gelişmelerini takip edip Facebook’taki yorumları kontrol etmeye çalışan bir insan düşünün işte. (“Hepsini aynı anda yaptığım için tokalaşıp, tebriklerinizi alabilirim” diyecektim ama tokalaşma olayı sonradan çok eğlendiğimiz komiklikler yaratabiliyor bugünlerde. Gerçi gülüyoruz, fena mı?)

Bir de mesela kitap okumak falan kendi başımıza yapabildiğimiz bir aktivite. (Zaten benim okuduğum bir şeyi, başka birisi daha okumaya çalışıyorsa ciddi ciddi kötülükler düşünebilirim o insan hakkında) Ama ne bileyim, bir film izlenirken ortamda tek başıma olmak keyif vermiyor bana genellikle. O yüzden, “Ben hep tek başıma giderim sinemaya, öyle daha iyi, bilmiyorum” falan diyerek çok coolmuşumcasına tavırlar içersine girmem. İzlediğim filmlerde anlamadığım bir şey olursa hemen yanımdakine sormak isterim mesela. “Anlamadığım yer filmin kilit noktasıdır, onu fark etmeden geçersem, film ziyan olur, yazıktır, o kadar prodüksiyon” diye paranoyalara kapılır, bu sıkıntılı anlardan beni kurtaracak bir insan ararım yanımda. O yüzden yukarıdaki film isimlerini okuduktan ve benim onları izlemediğimi anladıktan sonra, lütfen dışlamayın beni. Hep yalnızlıktan işte. (Ohh şahane bağladım)

Aslında hiçbir şeyden anlamayan, cahil cühela gibi de gözükmek istemiyorum. Yani hakkımda “Ay ne biçim insanmış bu be! Dünyadan haberi yok! Salak mı ne!” deseniz gerçekten üzülürüm. Bir yandan da “Ne bu be! Yüzüklerin Efendisi’ni izlemedik diye gördüğümüz muameleye bak!” diyerek içten içe, sertmiş gibi sözler söyleyebilirim. Film seyretmiyorum pek ama yüzlerce kitabım var, sayılmaz mı onlar? (İmajı düzeltme çabaları…)

“Nasıl seyretmezin Titanic’i ya? Kaç tane Oscar aldı, bilmiyor musun?” diye gelen tepkiye “Ne var sen de Le Chatelier* Prensibi’ni bilmiyorsun!” diyorum. Bir anlık duraklamadan sonra, “Aa evet bilmiyorum, seyretmedim ben onu” diyor. Ben kahkahalara boğuluyorum; Le Chatelier mezarında ters dönüyor, kemikleri sızlamaya başlıyor.

* Le Chatelier İlkesine göre, kimyada dengedeki bir sisteme dışarıdan bir etkide bulunulduğunda, sistem bu etkiyi azaltıcı yönde yeni bir denge hali oluşturur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder